Türkiye’de çocuklar birey olarak kabul edilmiyor
Göç ve İnsani Yardım Vakfı (GİYAV) 1999 yılında, Türkiye’de yaşanan zorunlu göç ve çatışma ortamının yarattığı insani kriz karşısında bir cevap olarak kuruldu. Vakıf, 25 yıllık serüveni boyunca öncelikli olarak çocuk hakları, kadın hakları ve ekoloji alanlarında çalışmalar yürüttü. Ancak son 12 yıldır sadece çocuk hakları alanına yoğunlaşıyor. Zaman içinde çalışma alanlarını daha çok çocuk hakları, anadil hakları, çocukların eğitimi, kültürel mirasın korunması gibi daha spesifik konulara yöneltti. Özellikle çocuk hakları konusunda atölye çalışmaları, burs desteği, hak ihlali raporları gibi doğrudan müdahale programları da uyguluyor.
Çeyrek asrı deviren vakfın başkanı Selvi Tunç’la Türkiye’de çocuk algısı, çocuk politikaları ve çocuklar için yapılabilecekleri konuştuk.
Türkiye’de çocuk çalışmaları alanını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çocuk politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin, tüm çocukları kapsayan bir politika mevcut mu?
Maalesef, çocuğun üstün yararını gözeten bir yaklaşımdan oldukça uzak bir noktadayız. Bu durum, çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda ciddi eksikliklere işaret ediyor. Öncelikle, çocuk çalışmalarına ayrılan bütçe yetersizliği bu alandaki politikaların etkin bir şekilde uygulanmasını engellemekte. Ayrımcılık yapmama, çocuğun yüksek yararını gözetme ve çocuğun görüşlerine saygı duyma gibi temel ilkelerin hayata geçirilmesi için gerekli önlemler alınmamış. Bu durum, özellikle engelli çocuklar, mülteci çocuklar, özel ihtiyaç sahibi çocuklar ve iç göç yaşayan çocuk grupları gibi daha kırılgan durumdaki çocuklar için daha da belirgin hale geliyor. Örneğin, engelli çocuklara sağlanan evde bakım desteğinin yalnızca ekonomik boyutta kalması, bu çocukların sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının gözardı edildiğini göstermektedir. Benzer şekilde çocukların hala cezaevlerinde bulunması ve bu kurumlarda toplumla yeniden bütünleşmelerini sağlayacak yeterli hizmetin olmaması, çocuk adalet sisteminin çocuk odaklı olmaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin anadil ile ilgili maddesine hala çekince bulunması, özellikle Kürt çocuklarının kendi anadillerinde eğitim alma haklarının önünde yasal engeller oluşturmaktadır. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliği ilkesine aykırı olup çocukların kimlik ve kültürel haklarının ihlaline yol açıyor.
Güncellenen ve yaşayan bir politika olmamasının bir sonucu olarak: Türkiye’de çocukların bir birey olarak kabul edilmemesi, onların toplumsal katılımını ve seslerinin duyulmasını engelliyor. Çocukların oy kullanma hakkının olmaması ve görüşlerinin nadiren dikkate alınması, onların toplumsal karar alma süreçlerinden dışlanmasına neden oluyor. Çocuk meclisleri gibi girişimler olsa da bunların çoğu gerçek anlamda çocuk katılımını sağlamaktan uzaktır. Çocukların sadece fiziken orada bulunması veya yetişkinlerin hazırladığı metinleri okuması, gerçek bir katılım olarak değerlendirilemez.
İşte bu sorunların çözümü için bütüncül, kapsamlı, çok yönlü ve sürekli güncellenen bir çocuk politikasına acil ihtiyaç var. Bu politika çocukların haklarını korumayı, onları toplumun eşit bireyleri olarak görmeyi ve her alanda katılımlarını sağlamayı hedeflemeli. Çocukların görüşlerinin gerçekten dinlendiği, değer verildiği ve karar alma süreçlerine dahil edildiği bir sistem oluşturulmalı.
Peki toplumun çocuğa yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye toplumu çocuğa değer veriyor mu?
Çocuğa atfedilen değer, toplumun farklı kesimlerinde ve hatta aynı bireyin farklı durumlarda sergilediği tutumlarda çeşitlilik gösterebilir. Orta ve üst gelir gruplarında, çocuğun psikolojik ve duygusal değeri ön plana çıkarken, çocukluk özel ve korunması gereken bir dönem olarak algılanmakta. Bu ailelerde çocukların eğitimine, sosyal ve kültürel gelişimine önem verilir, çeşitli aktivitelere katılmaları teşvik edilir. Örneğin, bir çocuğun müzik kurslarına gönderilmesi veya sportif bir aktiviteye katılması desteklenir. Buna karşılık, ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerde çocuğun değeri daha çok ekonomik katkısıyla ölçülebilmekte. Bu durumda çocuk işçiliği daha yaygın görülür, çocuklar erken yaşta aile ekonomisine katkıda bulunmaya başlar ve eğitim ikinci planda kalabilir. Mesela, kırsal kesimde çocukların tarlada çalışması veya kent yoksulluğu yaşayan ailelerde çocukların sokakta çalışarak aile bütçesine katkıda bulunması sık rastlanan durumlardır. Elbette çocuk işçiliği sadece aile ile açıklanamaz koca bir sistem sorunu ve MESEM’ler gibi örneklerde bizzat devlet tarafından teşvikini de görebiliyoruz.
Bu farklı yaklaşımlar, aynı kişinin bile farklı durumlarda çelişkili tutumlar sergilemesine yol açabiliyor. İnsanlar kendi çocuğuna modern çağın yarattığı çocukluk algısıyla yaklaşıp daha korumacı davranırken, sokakta çalışan veya mevsimlik tarımda çalışan bir çocuğa daha geleneksel bir bakış açısıyla yaklaşabiliyor. Kendi çocuğunun eğitimine önem verip onu çalışma hayatından uzak tutarken, dezavantajlı konumdaki bir çocuk için "okumak şart değil, bir iş bulup hayatını kurtarsın" gibi bir düşünceye sahip olabiliyor. Bu çelişkili tutum, toplumda derinleşen eşitsizliklerin bir yansıması olarak görülebilir ve aynı zamanda çocuk hakları konusundaki farkındalığın ve evrensel standartların uygulanmasındaki eksikliklerin de bir göstergesidir.
Peki toplumun çocuğa yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye toplumu çocuğa değer veriyor mu?
Çocuğa atfedilen değer, toplumun farklı kesimlerinde ve hatta aynı bireyin farklı durumlarda sergilediği tutumlarda çeşitlilik gösterebilir. Orta ve üst gelir gruplarında, çocuğun psikolojik ve duygusal değeri ön plana çıkarken, çocukluk özel ve korunması gereken bir dönem olarak algılanmakta. Bu ailelerde çocukların eğitimine, sosyal ve kültürel gelişimine önem verilir, çeşitli aktivitelere katılmaları teşvik edilir. Örneğin, bir çocuğun müzik kurslarına gönderilmesi veya sportif bir aktiviteye katılması desteklenir. Buna karşılık, ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerde çocuğun değeri daha çok ekonomik katkısıyla ölçülebilmekte. Bu durumda çocuk işçiliği daha yaygın görülür, çocuklar erken yaşta aile ekonomisine katkıda bulunmaya başlar ve eğitim ikinci planda kalabilir. Mesela, kırsal kesimde çocukların tarlada çalışması veya kent yoksulluğu yaşayan ailelerde çocukların sokakta çalışarak aile bütçesine katkıda bulunması sık rastlanan durumlardır. Elbette çocuk işçiliği sadece aile ile açıklanamaz koca bir sistem sorunu ve MESEM’ler gibi örneklerde bizzat devlet tarafından teşvikini de görebiliyoruz.
Bu farklı yaklaşımlar, aynı kişinin bile farklı durumlarda çelişkili tutumlar sergilemesine yol açabiliyor. İnsanlar kendi çocuğuna modern çağın yarattığı çocukluk algısıyla yaklaşıp daha korumacı davranırken, sokakta çalışan veya mevsimlik tarımda çalışan bir çocuğa daha geleneksel bir bakış açısıyla yaklaşabiliyor. Kendi çocuğunun eğitimine önem verip onu çalışma hayatından uzak tutarken, dezavantajlı konumdaki bir çocuk için "okumak şart değil, bir iş bulup hayatını kurtarsın" gibi bir düşünceye sahip olabiliyor. Bu çelişkili tutum, toplumda derinleşen eşitsizliklerin bir yansıması olarak görülebilir ve aynı zamanda çocuk hakları konusundaki farkındalığın ve evrensel standartların uygulanmasındaki eksikliklerin de bir göstergesidir.
Birkaç ay önce bir yerel seçim geçirdik. Yerel yönetimler çocuk politikalarının uygulanması ve çocuk çalışmaları bağlamında oldukça önemli kurumlar. Siz yerel yönetimlerin çocuk bakışını nasıl buluyorsunuz? Bu anlamda çocukların yeterli katılımı nasıl sağlanabilir?
Yerel yönetimlerin "çocuk dostu kentler" kavramını çalışmalarında daha fazla içselleştirmesi, modern şehir planlaması ve yönetimi açısından kritik bir öneme sahip. Bu yaklaşım, şehirlerin sadece yetişkinler için değil çocuklar için de yaşanabilir ve gelişime açık mekanlar haline gelmesini sağlar. Belediye birimlerinde çocuk hakları ve ihtiyaçları konusunda bilgili, çocuklara yönelik hizmetleri etkin bir şekilde planlayabilen ve çocuk katılımını önemseyen personellerin bulunması çok önemli. Bu, çocukların seslerinin duyulmasını ve ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlar. Örneğin, bir park, sosyal alan veya tesis tasarlanırken çocukların fikir ve önerilerinin alınması, onların ihtiyaç ve isteklerine uygun, güvenli ve eğlenceli alanların oluşturulmasına yardımcı olur.
Çocukların yerel yönetimler tarafından ciddiye alındıklarını bilmeleri, onların toplumun değerli bireyleri olduklarını hissetmeleri açısından da önemlidir. Bu, çocukların sivil katılım duygusunu geliştirir. Bir çocuk mahallesindeki yeşil alan eksikliği, sokak temizliği veya trafik güvenliği gibi konularda endişelerini dile getirdiğinde, yerel yönetimlerin bu şikayetleri ciddiye alıp çözüm üretmesi gerekir. Hala var mı bilmiyorum ama bir dönem İzmit Belediyesi'nin Çocuk Hakları Masası uygulaması, bu konuda güzel bir örnek teşkil ediyordu. Bu uygulama sayesinde çocuklar telefon, e-posta veya bizzat giderek sorunlarını iletip çözüm talep edebiliyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam çocuklar bir baz istasyonundan şikayetçi olmuş ve belediye de yaptığı incelemeler neticesinde istasyonu kaldırmıştı. Bu tür uygulamalar, çocukların yerel yönetim süreçlerine aktif katılımını teşvik eder ve onların toplumsal sorunlara duyarlı bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunur.
Çocukların yaşam alanlarının tamamında -mahallelerinde, sokaklarında, parklarda, okullarda- onlarla temas kuracak kurumlara ihtiyaç var. Bu kurumlar çocuk merkezli bir yaklaşımla hizmet vermeli. Sonuç olarak, çocuk dostu kentler oluşturmak için yerel yönetimlerin çocuk haklarını ve ihtiyaçlarını merkeze alan, çocukların katılımını teşvik eden ve onların seslerini duyan bir yaklaşım benimsemeleri gerekir. Bu, sadece çocukların değil tüm toplumun yaşam kalitesini artıracak ve daha sürdürülebilir, kapsayıcı kentler yaratılmasına katkıda bulunacaktır.
Her sene internet medyasını izleyerek çocuk hak ihlallerini izleme çalışması yapıyorsunuz. Çocukların medyadaki temsili nasıl?
Çocukların medyada temsil edilme biçimi, toplumun çocuklara bakış açısını yansıtan ve aynı zamanda bu bakış açısını şekillendiren önemli bir konudur. Ne yazık ki mevcut durum birçok açıdan sorunludur ve çocuk haklarına uygun bir medya temsiliyetinden uzaktır.
Öncelikle, çocukların medyada yer alış biçimleri genellikle tek yönlü ve problemlidir. Çocuklar çoğunlukla olumsuz olaylar, felaketler veya trajik durumlar bağlamında haber konusu oluyor. Bu durum çocukları sürekli olarak "mağdur" veya "kurban" rolünde göstermekte, onların topluma aktif katkıda bulunan bireyler olduğu gerçeğini gölgelemektedir. Örneğin, genellikle kaza geçiren, istismara uğrayan veya zorlu yaşam koşullarıyla mücadele eden çocuklar haber değeri taşımaktadır. Yıllardır bu alanda çalışan uzmanların ve kurumların uyarılarına rağmen, hala çocukların kişisel bilgilerinin ve görüntülerinin etik dışı bir şekilde paylaşıldığı görülüyor. Örneğin; suç mağduru bir çocuğun kimliğinin açıklanması, kaza veya afet haberlerinde travma yaşayan çocukların görüntülerinin kullanılması, sosyal medyada viral olan çocuk videolarının izinsiz ve kontrolsüz paylaşımı vb. Bu tür uygulamalar, çocukların güvenliğini tehlikeye atmakta ve onların gelecekteki yaşamlarını olumsuz etkileyebilmektedir. Bunu belirtirken çocuklar asla medyada yer almasın şeklinde bir noktadan bakmıyoruz. Tam tersi, ifade özgürlüğü perspektifinden bakıyoruz. Çocukların ifade özgürlüğü, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel bir haktır. Ancak bu hak, medyada çoğu zaman göz ardı edilmekte veya yanlış yorumlanmaktadır. Çocukların fikirlerini özgürce ifade edebilmeleri, onların toplumsal meselelere dair görüşlerinin alınması ve ciddiye alınması anlamına gelir. Örneğin, çevre sorunları, eğitim sistemi veya kent planlaması gibi konularda çocukların görüşlerine başvurulması ve bu görüşlerin medyada yer bulması önemlidir. Ancak mevcut durumda, çocukların sesleri çoğunlukla duyulmamakta veya sadece yetişkinlerin belirlediği çerçevede sunulmakta. Sonuç olarak çocukların medyada daha etik, saygılı ve yapıcı bir şekilde temsil edilmesi için kapsamlı bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Medya kuruluşları, çocuk hakları konusunda eğitilmeli, etik kodlar geliştirilmeli ve bu kodlara uyulması sağlanmalı. Ancak bu şekilde, medyanın çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesinde olumlu bir rol oynayabileceği bir ortam yaratılabilir.
Özgür Politika - MIHEME PORGEBOL
Copyright © (1999-2024) | Göç ve İnsani Yardım Vakfı